SPRING S/Y EKiBi;
Can Hakan Karaca – Donatan, / Emrullah Başak – Kaptan
Mehmet Hamamcıoğlu – 1. Kaptan Yardımcısı
Ömer Arıcan – 2. Kaptan Yardımcısı
A. Kadir Bozkurt – Kıdemli Miço
Ahmet Erdal – Miço, / Nasuh Mahruki – Miço
Yusuf Dino – Danışman Komodor
Fotoğraflar: Spring Ekibi
2010 yılında, Güney rotasından Nepal'den, AKUT Antalya ekibi lideri Yılmaz Sevgül'le birlikte gerçekleştirdiğimiz Everest Dağı tırmanışımızın sponsoru, soğutma sektörünün lideri CANTEK'in sahibi Hakan Karaca'nın katamaranı Spring'i, geçen yıl yine bu zamanlar Fransa'nın Atlantik kıyılarından teslim alıp 1 aylık çok keyifli bir seyirle Türkiye'ye getirmiştik. Bu seyahat sırasında da, Türk yelkencilerin çok az bildiği ve gittiği Karadeniz kıyılarını gezmeye karar vermiştik. Geçtiğimiz hafta bu seyrimizi gerçekleştirdik. Siz bu satırları okuduğunuzda biz daha Batum'dan yeni dönüyor olacağız…
Spring'i, 4 günde Antalya'dan İstanbul'a getiren ekip, İstanbul'dan Batum yolculuğu için bize devretti bayrağı ve 17 Haziran sabahı daha gün doğmadan Ataköy Marina'dan palamarları çözdük ve harika bir İstanbul sabahında Boğaz'ı geçip Karadeniz'e açıldık. İlk durağımız Amasra'ya, bir gün sonra gelecek sert rüzgarlara yakalanmamak için, mola vermeden nöbetleşe tekneyi idare ederek ertesi sabaha karşı vardık. Amasra, Batı Karadeniz'in harika bir sahil kasabası. Yemyeşil ormanlarla çevrili bir yeryüzü cenneti.
ÇEŞM-İ CİHAN
1460 yılında burayı fetheden Fatih Sultan Mehmet, kenti tepeden kuşbakışı gördüğünde güzelliğinden o kadar etkilenir ki; ‘Lala Lala Çeşm-i Cihan Bura mı Ola', der. Fatih'in, Dünyanın Gözbebeği diye nitelediği Amasra, MÖ. 3. yüzyılda, İranlı Prenses Amastris tarafından Helenistik bir mimariyle, kuzeye doğru uzanan iki koylu bir yarımada biçiminde kurulmuş. Amazonlardan, Fenikelilere, İonyalılara, Kayralılara, Akalara, Perslere, Pontuslulara, Romalılara, Bizanslılara ve Osmanlılardan sonra da Türklere ev sahipliği yapan Amasra, bugün harika balık restoranları, kumsalları, sıcak insanıyla ve huzurlu ortamıyla arkeolojik bir açık hava müzesi sanki…
Ahşap tekne yapımında binlerce yıllık geçmişe uzanan, dünya çapında meşhur olan Kurucaşile'de ve çevre kasabalarda ustalarla tanıştık. Kendi teknesiyle, elektronik alet kullanmadan dünyayı dolaşan, bu yolculukta bizim de faydalandığımız, Karadeniz'le ilgili en önemli kaynak kitabın yazarı sevgili Özkan Gülkaynak'ın da teknesini burada yapan, özgün tekneleriyle tanınan Hüseyin Çoban'la ahşap tekne yapımı ve bu bölgenin tarihi hakkında uzun uzun konuştuk, bilgi aldık.
TÜRKİYE'NİN EN KUZEY UCU
Karadeniz'in hırçın havasıyla karşılaşmayı doğrusu ya hiç istemiyoruz. Rüzgarlar kesilene dek 2 gece daha bekledik ve hava düzelir düzelmez de sabah kahvaltından sonra Amasra'dan Sinop'a doğru rotamıza girdik. Yine hiç durmadan yol alarak, hayatımda ilk kez gördüğüm, görüşün 40 – 50 metreye kadar düştüğü, denizin ortasında yoğun bir sisin içinden saatlerce seyrederek, yaklaşık 20 saat sonra, Türkiye'nin en kuzey noktası ve orta Karadeniz'de bir başka güzeller güzeli şehrimiz Sinop'a vardık.
Antik çağdan beri parlak ve yoğun bir ticari ve kültürel yaşantıya sahip olan Sinop, bir Helen kenti olarak kurulmuş ve yine bu coğrafyada yaşayan pek çok kültüre, imparatorluğa ev sahipliği yapmış. Ayrıca konumu, kale ve tersanesi ile bölgenin en önemli ticari ve askeri üslerinden biri olmuş uzun yüzyıllar boyunca.
Gündüz vakti elinde feneriyle dolaşan ve soranlara da, ‘Adam arıyorum adam' diyen, yerleşik değerleri reddedip sade yaşamı ve erdemi arayan Kinizm'in Sinop'lu ünlü filozofu Diyojen'i bugünün çağdaş Sinop halkı da belli ki çok iyi anlamış. Pek çok dükkanın kapısında, içinde, tıpkı İzmir'de ve bir çok ilimizde, ilçemizde olduğu gibi, adamın hası Atatürk'ün fotoğraflarını ve sözlerini görmek mümkün.
Sinop'un kötü anılarla dolu meşhur cezaevini gezdik, sokaklarında dolaştık ve lezzetli mantısından yedik ve yine hava karardıktan sonra limandan ayrıldık ve Rize'ye doğru, bu kez iki gece bir gündüz sürecek seyrimize nöbetleşe dümen tutarak başladık. Cuma sabaha karşı 03:00 sularında da Rize'ye girdik ve demirimizi atıp gün doğana kadar dinlenmeye çekildik.
AYDER'DE YÜRÜYÜŞ
Bugünü denizden uzaklaşıp 1350 metre yüksekliğindeki Ayder'de ve yaylalarda geçirmeye karar vermiştik. Sabah erkenden limanda AKUT Rize ekibi lideri Güçlü Uzunalioğlu ve gönüllüleriyle buluştuk. Onlarla birlikte Ayder'e çıktık ve buraya ilk geldiğim 25 yıl öncesinden bu yana inanılmaz değişen ve büyüyen, hâlâ önü alınamayan kaçak yapılaşmasına rağmen yine de kendine özgü bir doku ve kültür yaratmayı başaran Ayder'in muhteşem manzarasını, havasını, doğasını, deli yağmurunu yaşadık.
Baştan sona kayın ve ladin ormanları ve yükseklerden akan dereleriyle büyüleyici bir manzaraya sahip Ayder. Bol oksijeniyle, kaplıcalarıyla, zengin mutfağıyla Karadeniz'in yemyeşil bir incisi. Ayder Yaylası'nda güzel bir yürüyüş yaptıktan ve yerel mutfağından harika bir yemekten sonra da daha doğal ve bakir kalmayı başarmış muhteşem Çat Vadisi'ne girdik, Zil Kale'sine kadar çıktık. Elevit ve Fırtına derelerinin birleştiği yerde bulunan Çat Vadisi o kadar güzel bir yer ki, dünyanın hangi güzelliklerini görmüş olursanız olun buraya hayran olmamamız mümkün değil.
Buradan sonra da, bir kısmımız uçakla bir kısmımız da yine tekneyle dönüş yolculuğumuza geçtik. Böylece, Karadeniz'i bir baştan bir başa geçmiş, memleketimizin birbirinden güzel köşelerini kendi gözlerimizle görmüş ve bir kez daha güzeller güzeli ülkemize aşık olmuş, harika yemekler tatmış, harika dostluklar kurmuş ve hepsini hafızamızın torunlara hikayeler bölümüne atmış olarak kendi günlük hayatlarımıza geri döndük.
Kaynak: https://www.sozcu.com.tr/2016/yazarlar/nasuh-mahruki/springin-seyir-defteri-karadeniz-1291258/